26 Mayıs 2009

Breakaway

Kelimelerin tıkanıp kaldığı nokta sanırım.
Uzun zamandır kendimi bu kadar "ferah" hissetmemiştim.
Hayat çok garip diye başlayıp uzun uzun klişe aşk yazıları yazmak çok gereksiz geliyor şu anda. Evet, çok garip, bir gece önce, karanlığın içinde tek başıma oturup çayımı yudumlayıp yalnızlığımdan şikayet ederken; ertesi gün aynı zaman dilimi içinde, içim ışık doluydu.

Durup gülümsedim. Çok garip oyunlar oynanıyordu uzun zamandır. Ama bu seferki, aralarında beni en mutlu edendi. O kadar kötü şeyin üstüste gelmesinden sonra, temiz havayı soluduğumu hissetmeye başladım.

Lisedeyken sürekli dinlediğim, sesini sonuna kadar açıp bağırarak söylediğim şarkım geldi aklıma..
I'll spread my wings and I'll learn how to fly.
I'll do what it takes till i touch the sky.
Make a wish, take a chance, make a change, and break away.

Bütün iyi yanlarımı ortaya çıkaran, yanındayken mutluluk küpü olduğum insana.
Bunca zaman boyunca yanımda olup da fark edemediğim ama iyi ki hayatıma böyle bir dönemde girmiş dediğim, sevgisinin tadını doyasıya çıkardığım insan.
İyi ki varsın.



Grew up in a small town and when the rain would fall down
I'd just stare out my window,dreaming of what could be
and if i'd end up happy, I would pray..

Trying hard to reach out, but when I tried to speak out
Felt like no one could hear me
Wanted to belong here, but something felt so wrong here
So I'd pray, I could break away

I'll spread my wings and I'll learn how to fly.
I'll do what it takes till i touch the sky.
Make a wish, take a chance, make a change, and break away.
Out of the darkness and into the sun.
But i won't forget all the ones that i love.
I'll take a risk, take a chance, make a change, and break away.

Wanna feel the warm breeze, sleep under a palm tree
Feel the rush of the ocean, get onboard a fast train
Travel on a jetplane, far away and break away.

Buildings with a hundred floors, swinging with revolving doors
Maybe I don't know where they'll take me
Gotta keep movin on moving on
Fly away,break away

I'll spread my wings and I'll learn how to fly.
Though it's not easy to tell you goodbye
Take a risk, take a chance, make a change, and break away.
Out of the darkness and in to the sun.
But i won't forget the place i come from
I gotta take a risk, take a chance,make a change, and break away
Breakaway.

01 Mayıs 2009

Suit Up!

How I Met Your Mother'ın anektodlarına ba-yı-lı-yo-rummmm!!! :)



Aslında hayatım boyunca hiç bıkmadan, doyasıya izleyip, her seferinde tepinerek gülmeme yol açmış yegane dizi olsa da, karakterler arasında bazen öyle diyaloglar geçiyor ki, bir yerlere not almazsam çatlarım dedirtebiliyor bana. Alın size bir örnek:

*** Here's the thing about mistakes, sometimes even when you know something is a mistake, you gotta make it anyway.

29 Nisan 2009

Unutmak Yok


Nerelerdeydin diye sorarsan
'Hep eskisi gibi' diyeceğim.
Toprağı örten taşlardan söz edeceğim,
Sürdükçe kendini harcayan ırmaktan;
Ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim,
Gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan ablamı.
Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler?
Neden günler yeni günleri izliyor?
Neden koyu bir gece birikiyor ağızda?
Neden ölüler?
Nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük,
Kelimelerle konuşmak zorundayım,
Ağzı zehir gibi yakan araçlarla,
Çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle.

Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
Unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil,
Yaşlarla kaplı yüzler,
Boğazımıza yapışan eller,
ve yapraklardan sıyrılan şey:
Aşınmış bir günün karanlığı
Acıyı kanımızda tatmış bir günün.

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar
Bize sevinç veren ne varsa,
Geçici ve küçük duyarlıkların
Yanyana göründüğü süslü kartpostallarda.

Ama bu sınırın ötesine geçmeliyim,
Dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu,
Ne karşılık vereceğimi bilemem.


Öyle çok ki ölüler,
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler,
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler,
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller,
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.


Pablo Neruda

25 Nisan 2009

Are you the exception...or the ruler?


Girls are taught a lot of stuff growing up.
If a guy punches you he likes you. Never try to trim your own bangs and someday you will meet a wonderful guy and get your very own happy ending.
Every movie we see,
Every story we're told implores us to wait for it,
the third act twist,
the unexpected declaration of love,
the exception to the rule.

But sometimes we're so focused on finding our happy ending we don't learn how to read the signs. How to tell from the ones who want us and the ones who don't, the ones who will stay and the ones who will leave.
And maybe a happy ending doesn't include a guy, maybe...
It's you, on your own, picking up the pieces and starting over, freeing yourself up for something better in the future.

Maybe the happy ending is... just... moving on.
Or maybe the happy ending is this, knowing after all the unreturned phone calls, broken-hearts, through the blunders and misread signals, through all the pain and embarrassment you never gave up hope.





He's Just Not Into You (Erkekler Ne Söyler, Kadınlar Ne Anlar?) filmini izledim. Kadro epey bir sağlamdı, konu ise tam bir klişeydi.
Her zamanki önyargılarımı bir elime, koca bir tas dolusu mısır patlağını diğer elime alırak kuruldum sinema koltuğuna.
Nedense hep "çok" önyargılı girdiğim filmlerden, suratımda ya bir sırıtma ya da kocaman bir hayretle beraber çıkıyorum.
Nitekim bu filmi de, o listedekileri filmlere katmak durumunda kalıyorum galiba:)

Sadece aksiyon sahneleriyle değil, gerek içindeki diyaloglarla, gerek yerine göre arkadan gelen müzikle, ve çok enteresandır, kıyafetleriyle, dekoruyla bir film benim için bütün olmalı. Bunlar biri eksikse, o hep içimizde olan "utility" duygusu bende yeteri kadar değer kazanamıyor.

Bu filmde ise, erkeklerin gayet düz bir mantıkla söyledikleri cümlelerin karşılarındaki kadınlar tarafından nasıl algılandıkları ve onları ne türlü hayal alemlerine daldırdıklarını gayet eğlenceli bir senaryoyla anlatmış, çok güzel söz kalıplarıyla süslemiş.

Alın size güzel örnekler. Tadını çıkarın. :)

- We are all programmed to believe that if a guy acts like a total jerk that means he likes you.

- I had this guy leave me a voicemail at work, so I called him at home, and then he emailed me to my BlackBerry, and so I texted to his cell, and now you just have to go around checking all these different portals just to get rejected by seven different technologies. It's exhausting.

- I would rather be like that, then be like you.
- Excuse me? What's that supposed to mean?
- I may dissect each little thing and put myself out there so much but at least that means that I still care. Oh! You've think you won because women are expendable to you. You may not get hurt or make an ass of yourself that way but you don't fall in love that way either. You have not won. You're alone. I may do a lot of stupid shit but I'm still a lot closer to love than you are.

15 Mart 2009

Gugıl

Uyku tutmayan gecelerden bir tane daha.
Oda desen dağınıklıktaki son noktasında; ileri analiz ödevleri(iki dönemlik ders, bitmiyor, bitmiyor!!!), yatağa yayılmış kalın analiz kitapları (kaynak taramak gerek tabi ödev yaparken), meyve tabağım (elmamı yine bitiremedim, neyseki annem görmedi (!) ), defterler, birsürü kitap, fotoğraflar, masamda unutmamak için yazdığım küçük rengarenk notlar, kalemler, peçeteler (gribim) vs.vs.
Sabah erkenden başlayacak bir gün. Kalp şeklinde alarmlı bir saatim var. Hem telefonumu hem de onu kuruyorum; çünkü uykum öyle derin oluyor ki sabahları - bir tek alarmla uyanamıyorum. Üstüste çalan 5 alarmdan sonra anca kendine gelen bünye, haliyle ev halkının büyük tepkisini çektikten sonra kendini banyoya atıyor.

Ödevler, projeler, unutulmaması gereken tonlarca şey. "Şu hocaya git, şunu sor", "Seminer var, unutma.", "Bilgisayar götürüceksin yarın", "Kulüp gezisi için para toplanıcak, dekanlığa uğra.", "Asistana git, ödevde bikaç takıldığın nokta vardı."

"Yaaaa ama ben yarın ne giyicem?" derdini de eklesem mi acaba? :)
Tamam sustum.

Uykumun gelmesi için her türlü yöntemi deniyorum şu an. Zaten biraz sonra kuzu sayma işlemine geçicem büyük ihtimalle. Biraz önce mutfağı taradım, süt bitmiş ya lanet olsun! (Evet uzun bir insanım tahmin edebileceğiniz üzere - ama emin olun sütten değil; öyle manyak genler var ki, hala uzuyorum)

Bazı hocalarımın adlarını "google"ladım biraz önce. (Bu da yeni adet, özellikle yabancı dizilerde çok geçer oldu - 'Araştırmak istiyorsan, bence "google"lamalısın tatlım!)
Hangi hocaların hangi makaleleri ve hangi kitapları Google Akademik aramada çıkıyor ve de en önemli nokta - kaç citation ile?

İleri Analiz hocam lider görünüyor. İki bölümümde de.
İki bölüm derken?
Neyse boşver.
Hee çift anadal, heee.
Heeee ineğim ben. Başka soru?

Yattım ben.
Si yu leytır, eleveytır.

Yeni Başlangıçlar


Bu başlığı yazarken bile gülüyorum. Çünkü arada eser bana - daimi bir "yeni bir başlangıç yapmam lazım artık" düşüncesi sarar birden. Sanki etrafımdaki her şey benimle beraber eskiyor ya da kirleniyor; ve de ben, rutin aralıklarla ya baştan başlamak zorunda hissediyorum kendimi, ya da temiz bir sayfa açmak.

Saçmalık gibi görünebilir. Ama ben sadece insanoğluna verilmiş belki de en güzel özelliği doyasıya kullanmak istiyorum - "unutmak"

Belli bir zaman geçer. İnsanlar değişir. Sen değişirsin. Senin için "iyi" ya da "kötü" olarak etiketlendirilebilecek olaylar yaşanır çevrende. "İyi" olanları hafızana kazırsın, gelecekte tekrardan hatırlayıp gülümseyebilmek için. "Kötü" olanları ise geri dönüşüm kutusunda bekletmektense, onların sonucunda yaşadıklarını ve hissettiklerini, beyninin ufak bir köşesine not alırsın - bir daha karşılaştığında o olayı yaşamayıp kısayoldan direk sonuca ulaşabilmek için.


Sonunda ise sana kocamaaaan bir gülümseme kalır. :)


Hayatımın hiç olmadığı kadar güzel gitmesi, sebepsiz yere sürekli gülüyor olmam işte bu nedenlerden. Sahte olduğum zamanlar da oldu. O zamanlar yazdıklarımı da hatırlıyorum: "Kendim olamıyorum, sanki bir şeyler sürekli beni engelliyor benliğimden." diye.

Artık oyun bitti.


Mutlu olmak için herhangi bir sebep olması gerekmediğini gördüm ben bugünlerde.

Siz de deneyin, güzelmiş :)

12 Ocak 2009

Nothing At All

Let the whole world fall away and fall into my arms.
Stay with me, I don't know how long we've got left.
And so i'm asking you , to forgive me.

I learn as I go, to float far away
Into silence, and just watch your face
and find some kind of grace, in that quiet bliss.

Can I stay and say nothing at all, at all?

Duygusal bir insan değilim. En azından öyle olmamaya çalışıyorum. Olayların ya da insanların benim ruh halimi etkilemesine izin vermek istemiyorum. Ama öyle bir durum ki, bazen kendini kontrol edemezsin, her şey birden gelişiverir. O an, sen sen olmaktan çıkarsın. Sanki, hayatta sen bir seyircisindir; sahnede ise senin yerine bir başkası oynuyordur - tam da senin kılığında. Seyirciler arasından var gücünle bağırırsın: "Hayır! Böyle yapma! Bu sen değilsin! Orda olması gereken benim ve ben olsaydım böyle yapmazdım!"
Ama gel gör ki, roller oynanmaya devam eder ve hayat akıp gider. Sense biraz geç de olsa koltuğundan kalkıp olman gerektiği yere dönersin ama artık bazı şeyler için çok geçtir.

Geçmiş. İçinde türlü hikayeler barındıran bir roman. Açıp okumaya kalktığında, sayfalar arasında kaybolma ihtimalin de var, yazanlardan ders çıkarttıktan sonra kitabı kapatıp yeni bir hikaye yaratma da. The choice is yours.

Bütün dünyanın kollarıma düşmesine izin ver.
Yanımda kal, ne kadar vaktimiz kaldı bilmiyorum - sadece, beni affetmeni istiyorum.
Burada kalabilir miyim? Tek bir söz bile söylemeden? Tek bir söz bile.